Yapı Magazin
Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan: İhracatta Devlet Teşvikleri ve Yatırımlar Artmalı

Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan: İhracatta Devlet Teşvikleri ve Yatırımlar Artmalı

Türkiye İMSAD’ın periyodik olarak paylaştığı İnşaat Malzemeleri Sanayi Dış Ticaret Endeksi Mayıs ayı sonuçlarına göre, inşaat malzemeleri ihracatında miktar olarak tüm zamanların rekoru kırıldı. Buna karşın ihracat birim fiyatı 0,54’ten 0,41 dolara düştü. Bir tarafta miktar olarak artış yaşanırken bir tarafta birim fiyatta düşüş söz konusu… Bu bilgiler ışığında Türkiye’nin ihracatını nasıl yorumlarsınız?



Türkiye İMSAD olarak faaliyet gösterdiğimiz sektör, 33 alt sektörü kapsıyor. Bunun içerisinde kimya, elektrik-elektronik, demir-çelik, çimento gibi alanlar da var. Türkiye İhracatçılar Meclisi gibi birliklerin yayınlarında sektörümüz, tek bir faaliyet alanında zikredilmediği için, sahip olduğumuz ihracat büyüklüğü parçalanmış görünüyor. Parçaları topladığımızda, sahip olduğumuz büyüklük 21,5 milyar dolar. Dolayısıyla otomotiv, tekstil ile beraber inşaat sektörü, Türkiye ekonomisine yön veren üç ana sektörden bir tanesi. Türkiye’nin ihracatı yaklaşık 130 milyon ton. Bu payın 50 milyon tonunu, inşaat malzemeleri oluşturuyor. Alçı, seramik, cam, çimento, demir-çelik gibi segmentler de pastadan payını alıyor. Türkiye’deki toplam karayolu taşımacılığına bakacak olursak, yıl
da yaklaşık 900 milyon ton malzeme taşıyoruz. Hammaddesi ve 
mamulü ile birlikte bu taşımanın 450 milyon tona yakınının inşaat malzemesi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yapı kimyasalları yükte ağır pahada hafif bir ürün grubu. Türkiye’deki iç pazar daralınca tüm üreticiler ihracata yöneldi. Bu durumda, pazarda birim fiyatını aşağı çeken ürün grupları oldu. 50-55 milyon tonluk bir ihracatta, ortalama 40 sente kadar düşen bir birim fiyattan söz ediyoruz. Yine de şanslıyız çünkü en büyük pazarımız Avrupa. Sanılanın aksine yalnızca çevre ülkelere, Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetlere ihracat yapan bir sektör değiliz. Aynı zamanda Amerika, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail gibi ekonomisi gelişmiş ülkelere ihracat yapan bir sektörüz. Standartları gelişmiş ülkelere göre belirliyoruz. Bu da bizi uluslararası pazarda rekabetçi hale getiriyor. İhracatta büyüme trendimiz yüksek olduğu için altyapı çalışmaları bizim kritik önem taşıyor. Organize sanayi bölgelerinin yaklaşık yüzde 99’unda demiryolu bağlantısı yok. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz, 174 limanımız var. 8 bin 333 km kıyı şeridimiz bulunuyor. Dünyadaki en büyük iç denize, Marmara Denizi’ne sahibiz ama serbest bölgelerde deniz yolu ya da liman bağlantımız çok az. Malzeme taşıma olanaklarını sağlayacak yatırımların artması gerekiyor. Sektörümüzün ağırlıklı olarak madenleri malzemeye çeviren bir yapısı var. Bir ton ürünü ihraç ederken dört kalemde ÖTV vergisi vermek zorundayız. Maden ocağını üretirken kullandığımız makinelerin akaryakıtına ayrı, çıkardığımız ürünü fabrikaya taşırken ayrı, fabrikada üretim yaparken ayrı, fabrikadan limana taşırken ayrı ÖTV ödüyoruz. Bu
şekilde rekabetçi olabilmemiz oldukça zor… İhracatta büyüme hedefliyorsak, bu tarz ÖTV’lerin kaldırılması gerekiyor. Biz Avrupa’nın en ucuz akaryakıtını kullanan bir ülke değiliz ama enerjiyi ucuza üreten ve tüketen ülkelerle rekabet ediyoruz. Bu rekabetin sürdürülebilirliği için devlet, ihracatta teşviklerini artırmalı.

TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) tarafından her yıl açıklanan ihracatın ilk 1000’i listesinde 2018 yılında 7 İMSAD üyesi firma bulunuyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecek yıllarda ihracattaki etkinliğini artıracak firma sayısında artış olacağını düşünüyor musunuz?

Türkiye’de yaklaşık 83 bin ihracatçı var. 2018’deki ihracat gelirimiz 168 milyar dolar. 168 milyar dolarlık ihracatın, 102 milyar doları, TİM’in açıkladığı 1000 ihracatçıya ait. Geriye kalan 82 bin ihracatçının yaptığı ihracat değeri, 66 milyar dolar. İhracatçısı bu kadar fazla olan bir ülkenin, bu kadar düşük bir ortalamaya sahip olması önemli bir soruna işaret ediyor. Bu sorunun üzerine gidilmesi önemli. Bu noktada gerçekten ihracatçı firmalar ile kendisini ihracatçı firma olarak lanse edip, gerçekte ihracat yapmayan firmaların birbirinden ayrılması ve devletin yatırıma göre teşvik- teşvike göre yatırım planını gözden geçirmesi gerekiyor. Başka bir sorun ise şu; İSO verilerine göre, ilk 500’ün cirosu 180 milyar dolar ilen İkinci 500’ün ürettiği ciro ise 50 milyar doları geçmiyor. Arada çok büyük bir fark var. Bu farkın kapatılması gerekiyor. Bu farkı kapatmak için hangi organize sanayi bölgesinde hangi ihracatçının hangi sektörde teşvik edileceğinin doğru şekilde planlanması çok önemli. Geride kalan ihracatçıların değer yaratabilmeleri için doğru planlamayla desteklenmesi şart. TİM 2019 verileri açıklandığında, ilk bindeki ihracatçı sayısında bir artış görmemiz mümkün. Çünkü iç pazardaki daralmaya bağlı olarak özellikle inşaat malzemesi sektöründe ihracata yönelim gerçekleşti. İnşaat malzemesi satan bayilerde ciddi bir stok birikimi söz konusu oldu. Stoku biriken bayii, elindeki malı paraya çevirebilmek için ihracata yöneldi. Sorun, onların ihracat disiplinine sahip olmaması... Türkiye’de bayiinin hiç bilmediği bir pazara, sadece fiyatla yaptığı bir satışı, ihracat rakamlarına eklediğinizde, esas ihracatçı firmaların vermesi gereken mücadele iki katına çıkıyor. İhracatçı hem dış pazarda hem de iç pazarda mücadele vermek zorunda kalıyor.

Uluslararası İnşaatta Kalite Zirvesi’nin 9’uncusu 5 Kasım 2019’da gerçekleşecek. Bu yılın teması: “Rekabetin Şifreleri: Sınırsız Ticaret”. Türkiye’deki ticaretin ve pazarda rekabet potansiyelini etraflıca konuştuk. Konuyu talep edilen ürün gruplarına indirgeyecek olursak, hem dünyada lokal olarak doğru pazarı bulabilmek hem de uluslararası pazardaki taleplerin neler olduğunu bulmak adına, ihraç edilen ürün gruplarının ağırlıklı olarak neler olduğunu sormak isteriz...

Biz, dünyanın en iyi çimentosunu üreten ülkeyiz. Çimentoda, Avrupa’daki ilk üç üreticiden biriyiz ve bu son derece önemli. Hem kalite olarak hem miktar olarak hem de standart olarak birçok ürün grubunda Avrupa’nın ilk beş üreticisi konumundayız. Bu durum bizim rekabetimizi oldukça olumlu etkiliyor. Ama sorgulanması gereken şeyler de var. Bir örnek ile ifade edecek olursak, 1942 ile 1947 yılları Türkiye’nin demir-çelik yatırımları yaptığı yıllardı. Türkiye’nin demir-çelik sektöründe nereden baksanız 80 yıllık bir tecrübesi var. Ancak asma köprülerimizde ithal çelik kullanıyoruz. Bunun birçok nedeni var. Birincisi, iç pazar rekabeti nedeniyle yıllarca marka ile farklılaştırılamayan, fiyatı sadece arz- talep ile belirlenen komodite ürünlere odaklanmış olmamız. Basit bir demirin üretimini her şeyin üzerinde tutmuşuz. Bizim ilk asma köprümüz olan, eski adıyla Boğaziçi Köprüsü, yeni adıyla 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün imalatı, 1969’da başladı. İlk müteahhit grubu İngiliz ve Japonlardan oluşuyordu. Köprüde kullanılan çelik ise ithaldi. Son köprümüz, 1915 Çanakkale Köprüsü...

Müteahhit Güney Koreli, malzeme yine ithal. Aradan bunca sene geçmiş hala kendi çeliğimizi, köprülerimizin inşasında devreye sokamamışız. Ancak Adıyaman’daki Nissibi Köprüsü’nün bütün çelikleri yerli. Adıyaman’daki köprüde kendi çeliğimizi kullanırken 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde ve 1915 Çanakkale Köprüsü’nde kendi çeliğimizi kullanmamamızın nedeni güvensizlik midir? Yoksa yeterince referans sahibi olamamamız mıdır? Kamu, önce kendi yatırımlarında yerli malzemeyi kullandırsın ki referans oluşsun. Ardından dünyaya açılsın ve Türk malı malzeme her yerde kullanılsın. Sektör ancak bu şekilde niş ürünlere geçebilir. Aksi takdirde 10 katlı yüksek binaların komodite ürünlerini yapan ve bunları dünyaya temin eden malzemeci kimliğinden çıkamayacağız. Burada üreticilerin hataları olmakla birlikte, devlet nezdinde teşvik, özendirme ve yönlendirme gibi eksikliklerimiz de var. Üreticilerin yerli ve milli olma amacıyla üretim yapması gerekirken, devlet nezdinde de yerli ve milliliğin oluşmasını sağlayacak teknoloji, finansman, müteahhit çözümlerinin hayata geçirilmesi gerekiyor. İtalya buna güzel bir örnek. İtalya’ya baktığınız zaman, bugün aklınıza herhangi bir İtalyan seramik markası gelmez. İtalyan seramiği gelir. Markalar ön plana çıkmaz ama Made in Italy’nin şartları içerisinde öyle iyi destekler görürsünüz ki onun bir parçası olmaktan gurur duyar ve dünyada fark yaratırsınız. Bunu Türkiye’de sağlayabilmek; fırsatları değerlendirip, zaman, finans, insan gibi kaynakları düzgün ve hızlı kullanmak adına yapacağımız çok iş var.

26 Ekim 2017 tarihinde ‘Geleceğe Yatırım: Dijital Dönüşüm’ temasıyla gerçekleşen bir önceki zirvede de Türkiye’deki teknolojinin yetersizliğine ve yeni teknolojilerin üretiminin zorunluluğuna dikkat çekilmişti. Aradan iki sene geçti. Şu an ülke olarak teknoloji noktasında nerede duruyoruz? Teknoloji üretimi ve kullanımında hangi yollar kat edildi? Bu konuda nasıl çalışmalar yaptınız?

Teknoloji ve dijitalleşme çok derin bir konu. Kısa vadede çözümü mümkün değil. Öncelikle teknoloji ve dijitalleşme için gereken alt yapının sağlanması gerekiyor. Ardından korsan yazılım sistemleri ile mücadele yöntemlerini bilmek çok önemli. Dijitalleşme dediğimizde, bir şirketin kendi içerisindeki iletişimin dijitalleşmesi anlamına gelen dikey entegrasyonu aklımıza getiriyoruz. Halbuki, yatay entegrasyon da dijitalleşmenin kapsadığı önemli bir konu. Yatay entegrasyonun anlamı, bilgi akışının organize edilerek en uçtaki hammadde üreticisine kadar aktarılmasıdır. Dijitalleşmeyi yatay entegrasyonda henüz tam olarak sağlayamadık ama aşamalı olarak hayata geçiyoruz. Bir aşama olarak, bayilik sistemini dijitalleştiren kurumlar var. Bu kurumlar, kendi tedarik zincirini kendileri yönetebiliyorsa, sistemdeki uç bilgiyi en alttaki hammadde üreticisine kadar taşıyabiliyor. Yine de dijitalleşme konusunda alınması gereken çok yol var. Şu an tek yaptığımız, farkındalık yaratmak. Bunu da dijitale geçen kurumları, geçemeyenlere örnek göstererek, Türkiye’deki örnekleri artırmak için uygulamaları anlatarak ve bu konuda devlet teşviklerini sağlayarak yapabiliriz.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da bu aylarda yalıtım sektörünün hareketlenmeye başladığını düşünüyoruz. İç pazarda hızla büyüyen geniş bir yalıtım malzemeleri sektörü görüyoruz. Raporları incelediğimizde, yalıtım malzemeleri sektörü, inşaat sektöründeki daralmadan daha az etkilenen alanlardan biri olarak görünüyor desek yeridir. Siz yalıtım sektörünün bu direncini nasıl yorumlarsınız?

Yalıtım sektörü dirençli bir sektör çünkü yalıtım çok büyük bir ihtiyaç. Öncelikle de ısı yalıtımı...
Isı yalıtımını, ısıtma, soğutma, aydınlatma, taşıma, lojistik olmak üzere beş alanda enerji verimliliği sağlamak noktasında önemli bir çözüm olarak değerlendirmek gerekiyor. Ardından gürültü konusu geliyor. Ses yalıtımı, insan sağlığı için önemli bir ihtiyaç. Bu anlamda Türkiye’de atılması gereken çok adım var. Örneğin otoyollar yapılıyor ancak bu otoyollara ses bariyerleri koyulmuyor. Gürültü sorununu kaynağında çözüm bulmak gerekirken biz evlerimizin pencereleriyle, kapılarıyla gürültüyü izole edebileceğimizi zannediyoruz. Türkiye İMSAD olarak bu konudaki eksiklikleri görüp, TÜBİTAK ile iş birliği sağladık ve bir takım çalışmalara başladık. Yangın yalıtımı da son derece önemli. Yapılarda katlar bu kadar yükselmişken insanların kısa sürede canlarını ve en azından bir kısım malını yangından kurtarabileceği bir yalıtım sistemine ihtiyaç var. Deprem kuşağında yer alan, kentleşmenin yoğun olarak görüldüğü Türkiye’de korozyonu önleyerek binanın ömrünü uzatan su yalıtımı da hayati bir ihtiyaç. Tüm bu hayati ihtiyaçlar konusunda bilinç her geçen gün daha da artıyor.

#İMSAD #ihcarat 

Etiketler:

Türkiye, İMSAD, Yönetim, Kurulu, Başkanı, Ferdi, Erdoğan, İhracatta, Devlet, Teşvikleri, Yatırımlar, Artmalı

Paylaş:
İLGİLİ İÇERİKLERE GÖZ ATIN
Our site uses cookies. Learn more about our use of cookies: cookie policy

Sign Up for Our Newsletter